Perşembe, Aralık 21, 2006

Bugün

Ben, sanırım demode bir adamım.

En sevdiğim futbol takımı Brezilya'dır. Dünya kupalarında hep onların kazanacağına inanırım. Yeni çağın trendlerine uygun bir futbol takımı bulamamışımdır asla.

Fotoğraf çekerim, siyah beyaz; makinem 1980 küsür model. Dijital teknolojiye bir türlü alışamamışımdır.

En sevdiğim çizgi film listem hala Voltron ile başlar.

İstisnalar dışında hiçbir zaman modern hatlara sahip son modeller en sevdiklerimin arasında olamamıştır. En sevdiğim arabalar hala eski Amerikan'lardır.

Süper cnbc-e dizilerinin tadına doya doya varıp, zamanın Charles İş Başında'sından farkını anlayamamışımdır ben.

mp3 playerım hala ortalama bir iPod modelinin muhtemelen 5 katı ağırlığında, USB şarjı ile değil 2 adet Alkalinli ile çalışıyor.

Hala görünüşün değil, işlevselliğin daha çok prim yapması gerektiğine inananlardanım.
İletişimin, en pratik yollarla en basit halde yapılması gerektiğine inananlardanım.
Müzik denince hala ilk olarak aklıma Metallica, Led Zeppelin, Sting vb geliyor. Hiç "trance" dinleyerek eğlenmenin zevkine varamadım ben.

Evet. Ben, demode bir insanım.

Üzgünüm, kandırmışım.

Şeklinde başlayan yazılar yazabilmek hayaliyle yandım tutuştum ben her neden ise. Neden yandım neden tutuştum hiç bir zaman anlayamayacak kapasitede olabilme ihtimalime karşı kendime karşı garip tutumlar sergilemekle beraber her nedense bu kelimeleri yazar iken winamp'te hala i will always love çalmaktadır derken bitti ve oluşan bir anlık sessizlikten kaynaklana bir duraksama anı yaşıyor buldum kendimi. Hadi bakalım dedim, hazır saygıdeğer Marley çalmaya başlamışken yak bir sigara daha diye içimden geçiriyorum. Biliyorum tuhafım.

Bir anda içimde oluşan "ulan ne yazdım acaba şöyle bir okusam mı?" düşüncesini güçlükle bastırmaya çalışırken evden dışarı çıkarken dışarıdan bir isteğim olup olmadığını soran insanlara duyduğum saygının ciddi anlamda fazla olduğunu anlıyorum yavaş yavaş ve farenin maviötesi ışığı gözümü alıyor.

Ne anlamı var telaş etmenin işler yetişir modunda takılmakta iken başıma türlü dolaplar gelmesi sonrasında gitti, yandı, bitti keten helva havalarına geçtiğimin farkına varıyorum ağır ve usuldan.

Bir anda bu peşpeşe yazılan kelimelerin oluşturduğu kirliliği noktalamam gerektiğine inanmaya başladığımdan burada satırlarıma son verirken yapım ve yönetimde emeği geçen herkese yürekten şükranlarımı sunuyor ve helal olsun diyorum. esen kalın efenim.

Cuma, Kasım 10, 2006

Bugün

Patlamak üzereyim bugün. Büyük bir sıkıntı kütlesiyle beraber bastırılmış sinirden oluşmuş kocaman bir küreyi sırtıma zorla yüklemişler gibi hissediyorum her nedense..

Bunu kendi isteğimle, hiç bir zorlama olmaksızın yaptığımı bilmenizi istedim diye başlayan bir mektup bırakmak konusu var aklımda, her nereden geldi ve yerleşti ise bilmiyorum.

Omzum ve sırtım ağrıyor.

Gecenin bir vakti öylesine uzanarak uykuya girmek ve sabahın bir köründe delirtmek istercesine çalan telefon alarmı ile fırlayarak çıkmak...

İstemiyorum artık...

Cuma, Kasım 03, 2006

...

en derin okyanusların diplerindeki inciler vardır ya hani, paha biçilemez der uzmanlar. nasıl? neye göre pahasını biçemezler ki?

kaç tanesi gelip de bakmıştır ki gözlerinin tam içine de bunları söyleyebilecek hak bulurlar kendilerinde bilmiyorum ki!..

boşversene, gerek duymuyorum ki!..

illa ki o gözlere çaktırmamak gerek... derler ya hani, bazı şeyleri öğrenince büyüsü kaçar diye, kaçmamalı büyüsü o gözlerin. hep masum, hep nemli, hep neşeli, hep sevecen, hep sıcacık, hep gülerek bakmalı o gözler. sıcacık bir ilgi akmalı insanın gözbebeklerinden içeri…

Salı, Ekim 31, 2006

Diyor ki...

hey, dur! dur, bekle az. bak ne aldım senin için. evet, sana bir hediyem var.
tahmin edebildin mi? hayır mı? aa, üzülme ama. bekle biraz, göreceksin nasıl olsa.

işte geldim! bak, bunu senin için kendi ellerimle hazırladım, tüm şehri dolaşarak tek tek topladım. hem de özenle seçtim aralarından.

evet, bence de çok güzel. ne mi bu? ne olabilir sence? elbette aptallık...

Pazartesi, Ekim 30, 2006

Geldim

bir gittim pir gittim ama geri de gelmesini bildim.

güzel ve güzel ve gerçekten güzel bir gündü. sonra bir de dönüp fener alayına katıldım daha bi güzel oldu. motosikletim yüksek hararetten dolayı elektrik kesti, patlıcan oldum 1 saat dikildim ama herşey güzeldi. :)

Pazar, Ekim 29, 2006

Gidiyorum

Uzaklara değil, Yalova'ya.
Hayır ola.

29 Ekim'de Bağdat Caddesi'nde fener alayı olacak. katılmak istesem de katılamıyorum. dediğim gibi yalova yolları taştan :)

Cumartesi, Ekim 21, 2006

geldim bir bakayim diye

Yahu dedim yeşil küçük bir olgu vardı şu benim crato's un hemen yanında. uzun zamandan beridir hiç ilgilenmemişim. açlıktan ölmek üzereymiş neredeyse diye düşündüm, oturdum yazmaya başladım.

hayat bir tabak patlıcan musakka
bakarsan kaşık da yok tabak da aslına

Çarşamba, Eylül 27, 2006

Aşk

Anladım ki aşk kimi zaman bir inatçılık örneğidir, kimi zaman bağnazlık. Pek çok zaman sakarlıktır, aptallıktır; kör gözlerden ileri gelen. En sağlam mimaridir aşk, 10 şiddetinde depremden sağ salim kurtulmaktır. Yürümeye başladığın yeri unutmaktır aşk, hiç arkaya bakma gereği hissetmediğindendir belki de... Stadları dolduran kalabalığın hep bir ağızdan aynı şarkıyı söylemesidir aşk, hani gönüllerin uyumundan başlayan. Aynı yağmurun altında ıslanıp hasta olmaktır aşk; aynı yağmurun aynı hüznünde ağlamaktan... Bazen boğazı vapurla geçmektir, en güçlü lodosların getirdiği yâr kokusu eşliğinde. Bazen de o vapurdan en karanlık sulara atlamaktır, görebilen gönüllerin rehberliğinde. Ama en önemlisi bir yürekte yaşamaktır aşk, pembe panjurları olsa da olmasa da...

Salı, Eylül 19, 2006

Onimusha 3 Trailer




"şimdi bu animasyonun burada ne işi var ulan" diyerek kibarca serzenişte bulunacak olanlarımız elbette vardır biliyorum ama site benim, koydum oldu. n'apayım :)

Çarşamba, Eylül 13, 2006

Dostlar evlilikte, gör(s)ün(ler).

copyright (c) crato Dost nedir bilirsiniz değil mi? Peki dostunuzun evlenmesi nasıl birşeydir bilir misiniz? Peki iki dostunuzun biranda evlenmesi nasıl birşeydir bilir misiniz? Peki, bu dostlarınızın hem en iyi dostlarınızdan olması hem de birbiriyle evleniyor olması? (oha)

Ben artık biliyorum. Güzel bir duyguymuş ayrıca, bir tuhaf oluyor insan. (tüyo: sağdıçlık zor işmiş, teklif edilirse kaçın. mümkünse arkanıza da bakmayın.)

valla :)

Salı, Eylül 12, 2006

Bir adam varmış, canı sıkılan...

Peki bu sıkıntıyı gidermek için Turkcell-im yeterli mi? (Bu arada Turkcell'in bu yeni hizmeti için bulmuş olduğu bu isim çalışmasını reklamcılık açısından tuttuğumu da belirtmek isterim. Söyleyen kişi resmen Turkcell'i sahiplenmiş havasında oluyor, benim Türkselim hesabı) Geldi gelmesine ama hala benim can sıkıntım ile girmiş olduğum yakın temas halleri devam etmekte. Bazen gözüme tünelin ucunda bulunan bir ışık çarpıyor (ya da çarpar gibi oluyor) ama sonra söner gibi yapıyor. Anlayamıyorum.
Neyse, dönelim asıl meselemize. Turkcell-im geldi sıkıntı gitti mi? Gitmedi mi? Gitti de biz mi duymadık? Yoksa hala içeriki odadaki çekyata yayılmış elinde kumanda TV mi seyrediyor?
Bilemiyorum, şu Türkiye açısından sıkıntılı dönemde iyi seçilmiş bir slogan ve iyi işlenmiş bir reklam kampanyası yanlış zamana denk gelmiş gibi hissediverdim içten içe. Sonra da ne diyeceğimi bilemedim, durdum. (bitti)

Pazartesi, Eylül 11, 2006

Haftabaşı

Ulan nedir benim bu haftabaşı günlerinden çektiğim be haspam? Tamam doğup, gelişen, yiyen, içen, sevişen, büyüyen, yine sevişen ve ölen her insanoğlunda bir Pazartesi sendromu vardır ezelden, bilirim. Ama bu olay bende böyle tezahür etmezdi ki!.. Benim haftanın belalı günleri top10 listemde 1 numarada her daim Salı günleri olmuştur. Ama her nedense son birkaç aydır Pazartesi günleri 1 numarayı zorlar duruma gelmiştir.
Bugün, yani haftabaşı günümüz geçtiğimiz haftadan çok farklı bir şekilde sırılsıklam başladı, yağmurluydu yani. Bir kez daha gördüm ki Yaradan'ın hikmetinden hakikaten sual olunmazmış. Ulan gül gibi yaz günleri gitti, gözlerimizin ıslak asfalt üzerine yapışık yerde yatan sararmış yapraklarına aşina olduğu sonbahar günleri geldi. Hem de bir anda oldu tüm bunlar. Şaşırdım ve tutuldum haliyle.
(Aslında bunu yazan içten içe bir sevinç gösterisi de sunmaktadır. Cümle alem olmasa bile bir kısım medya tarafından bu kişinin Eylül ayı ile başlayan mevsime karşı gizli bir sempati duyduğunu, bu mevsimde gözlerinin içinin bir başka baktığını bilir ama çaktırmaz.)

Site hakkında hiç sorulmayan sorular (NAQAS) - #1

bunu arada bir yapmak lazım diye düşündüm bir an. bir an dediğim şu an yani.

yaz/boz'u benden başka kim biliyor bilemiyorum ama bilmeyen her bir bireyin soramayacağı soruları yardım anlamında anlatayım diye düşündüm. ileride lazım olur.

soru 1: ne işe yarayacak bu NAQ'lar?
cevap: sormak isteyip de soramadığımız, hep içimizde kalan sorunların yaz/boz fasilitesi ile alakalı versiyonlarını cevaplamaktır arzumuz.

soru 2: her yazının altında bulunan Anahtar Kelimeler nedir, ne işe yarar? hangi kapıyı açar?
cevap: Anahtar Kelimeler denince, o an okuduğumuz yazının alakalı olduğu konular hakkında verilmiş ipuçları olduğu aklımıza gelebilmelidir. Bundan yola çıkarak bu ipuçlarının tutulması vasıtası ile istediğimiz konu ile ilgili yazıya kolayca ulaşabileceğimiz de aklımıza gelebilir elbette.
Hem yan tarafta (sağ taraftaki yanda) bulunan "seç seç oku" bölümünde de bu anahtar kelimelerin alfabetik olarak dizilmiş bir listesi bulunduğu gibi istediğimiz konuları bu bölümden seçip seçip okuyabiliriz de. Yalnız, dikkat etmekte fayda vardır ki aynı yazıya birden fazla anahtar kelime işaret edebilmektedir.

11 Eylül

Bugün, 11 Eylül saldırısının yıldönümü.

Kınıyorum kendimi. Hatırlayamıyordum neredeyse. (yuh bana) (Ayıp)

Cumartesi, Eylül 09, 2006

Bugün

Bugün, saat sabahın kör karanlığında uyanıp, hala alkolün etkisinde olduğunun farkına varıp, biraz daha uyuyup, kalkıp, işyerine 1 saat kadar geç gittiğim enteresan başlangıcı olan bir gün. (Hangi günde olduğumu biliyorum en azından: Cumartesi.)

Bugün, haftalardan beridir ilk defa vapura bindiğim gün.

Bugün, haftalardan beridir ilk defa fotoğraf makinem ile birlikte işe gittiğim gün.

Bugün, haftabaşından itibaren işlerin yoluna gireceğini düşündüğüm gün. (enteresan)

Bugün, güzel bir mail aldım ayrıca. bilmiyorum, sanki etkiledi beni. bir garip oldum.

Dün

Dün burada da belirtmiş olduğum gibi enteresan başlamıştı (sabah uyandığımda bugünü dün sanmıştım, yani dün uyandığımda önceki günde olduğumuzu düşünmüştüm. hatta önceki akşam bile aynı haller içerisindeydim.)
yani adam gibi bir "haftasonuna geldik yihhuuu!!!" tadı bile alamamıştım sabah uyanır uyanmaz. ama her dönemde olduğu gibi işyerime geldiğimde mutlu gerçekleri öğrenmiş idim. (ne mutlu bana)
enteresan bir işgününün hemen ardından yapmış olduğum planlar için aslında tam olarak bir gün kaybetmiş olduğumu anladım. (yaşasın hafta hızlı geçti diye sevinirken farkettim bunu da, ben perşembe günü için bir dünya plan yapmıştım oysaki ve dahi cuma için. peki ne oldu? perşembeyi atlayarak cumaya geldik ve arada bir gün kayboldu. yaşadığım bu garip günün açıklamasını aslında Goethe yapmış zamanında "ilk düğmeyi düzgün iliklemeyen sonunu düzgün ilikleyemez" (ya da bunun gibi birşeydi.) biliyorum ki ben haftanın ilk gününü düzgün ilikleyememiştim.
neyse, perşembeyi geçerek cuma planlarına geldik. güzel bir akşam olmasından öte güzel bir akşamdı.

Cuma, Eylül 08, 2006

Patates

Patates: Tarlada yetiştiği zaman yerin altında kalan kısmı daha büyük olduğu için o kısmının tüketilmesine karar verilen, önceleri sadece yemeğin fazla tuzunu almak için ev hanımları tarafından kullanılan fakat daha sonraları içerisindeki nişasta oranının çok fazla olduğu tespit edilince bilimum yemeklerde aranjman olarak kullanılmaya başlanan, hatta soyulduktan sonra ince ve uzun şekillerde kesilip, kızartılınca gayet uslu durduğu keşfedilince 'fast-food'ların vazgeçilmez aragazı aperatifi haline gelen bitki...

Bilindiği gibi bu bitki genel yapı itibariyle çuvallar içerisinde taşınır ve satılır. Rutubetli ortama gelmez, kendisi mütemadiyen düz duvara tırmanır vaziyette bulunduğu için rutubet anında çillenir ve üremeye pardon filizlenmeye başlar. Kısaca, bitkinin kendisi tohum olarak da kullanılabilir.
Köz içerisinde kor ateşte pişirilmiş halinden tutun, ince ince kıyılıp kızartılmasına, sahanda yumurta ve peynir ile oluşturduğu müthiş sinerjiye ve hatta haşlandıktan sonra sopa atılırcasına ezilip, yumuşakça halinde kullanılmasına kadar her türlü türevi alınan, integral hesaplarında kullanılan, sağından atılıp solundan geçilen patatesin beni ilgilendiren kısmı ise tamamen farklı bir özelliğidir; bırakılınca durur patates... Olduğu yerde kalır, kıpırdamaz yığılır kalır. Etliye sütlüye karışamaz, lafa girmek şöyle dursun gık dese kesiverirler ümüğünü, etki edemez yüzyıllar boyu tarihin gelişim sürecine, biri tutup da başkasının kafasına kafasına atana kadar.

İşte, biz de bu duruma geldik. Hiçbir etkide bulunamaz, kılımızı kıpırdamaz olduk, hayatımızda gelişen, değişen olgulara karşı patates gibi bakar kaldık. Edirne'den öteye geçemedik netekim her zaman olduğu gibi, yok aslında geçtik de, adamlar paket yapıp, geri yolladılar: 'İvedi kargo, elden teslim.' Altına da not düştüler hem de: 'Rutubetli ortamlardan uzak, serin ve kuru yerde saklayınız.' Sonra; viskozitesi orta seviyedeki, kara sıvının gözünü kırpmadan yaptığı katliamın seyrine daldık. Ama biz Avrupalıyız değil mi? Hani şu on iki yıldızlı yuvarlağın içindeyiz.


Sanki, uyanmanın zamanı gelmiş de geçmiş haberimiz yok, içinde bulunduğumuz çuvalın üzerine eski battaniyeleri kapatmışlar da gözümüzün önündekilerden haberimiz yok, ama olsun biz nişastalıyız, bize birşey olmaz. Ne de olsa biz, 'fast-food kültürü'nün ayrılmaz parçasıyız...

Halamın Taş..kları olsa, amca derdim....

Aklıma birden takılı verdi, hayatımızda ne kadar çok geçmişe kahrediyor, keşke yapmasaydı(m)n diyoruz..

Hayatımızda hep böyle keşkelere yer vermişiz, geriye boşluk kalmamış hep içiçe yaşıyoruz. 'Ah be kızanım! Yapmayaydın keşke bunu bak o zaman ne güller gülistan olurdu.' diyoruz... Ama farkında mıyız? (Kesinlikle evet de yemiyor muhtemelen) oldu, bitti, bittiiiii! Arka sayfaya lütfen! Ya da başka bir deyişle sıradakiii!
Ama atalarımız iyi demiş, güzel demiş, her zamanki gibi tam gelmiş, taşmamış, hatta bir nevi 'cuk' diye oturmuş. İşte aklıma son günlerde fazlasıyla takılan 'Halamın t.şş.kl.rı olsa amca derdim' muhabbetlerinden örnekler:

Spormen köşe yazarlarımızın özellikle son günlerde baş tacı ettiği durumlar var mesela; 'Fener'de Alex olmayaydı, görürdüm ben.'( Ama amcamların farkında olup da kabullenemedikleri şey ayrı sanki).

'Eğer A Milli futbol takımımız ilk beş dakikada iki gol bulamasaydı halimiz nic' olurdu' (Vah, vah, vah, e buldu ama..)

Sonra sıkı 'İddaa' cıların derdi var, 'Abi Real son dakkada o golü yemeyeydi varya milyarder olmuştum şimdi ben' (de me be!..)

Ben mi dinazorum yoksa, insanlık mı yanlış anlıyor hayatı. Kardeşim olmuş bitmiş olaylara neden bu kadar kafayı takar olduk biz!

Bak, kıraathane müdavimlerinden sıkı oyuncular vardır her batak oyunu sonrası durumlarını tartışan, 'Ulan be senin eline o papazı kim verdi, aah ah, yoksa 7 alıp çıkacaktım, sen de batardın be iyi mi....'

Ama aslında sakin olmak, katı duruşumuzu değiştirmemek gerekir, atalarımız görmeseymiş her durumda bu tür pozisyonlar üretebiliyor olan insanlığı, böyle bir sözü yaymak gibi bir edepsizlik yaparlar mıydı? Haşa, sümme haşa!

Sanal dünyanın en hızlı, en cesur cengaverleri vardır hani şu meşhûr Counter Strike oynayan, 'Ya, crato (nick hesabı), niye abi flashbang atıyosun koridora, bak atmasaydın, herkesi alacaktım.. (takribi 12,5 yaşındaki cesur arkadaşımız herkesi öldürecekmiş, ama attım ve öldün!)

Abilerim, ablalarım yahu yeter arkadaşlarım, nedir bu hayatımızdan ümidimizi kesmiş olarak keşkeli geniş zamanda yaşıyor olma durumlarımız, Allah aşkına biri bana izah etsin....

Hayalperestler vardır hani, sürekli birşeyler bulurlar (para falan yani), çantaların içinde, kimseciklerin olmadığı dar ve karanlık sokaklarda. Hatta ve hatta o buldukları şeyle (para) dükkanlar evler alır kiraya verir hanlar hamamlar tutar sonra da kiracı ya kirayı geç yatırır ya da hiç yatırmazsa diye düşünürler...

Az daha unutuyordum yarışmakolikler, Semranımcılar vardır hani, ya Atta böyle demeseydi şu kıza keşke, böyle olmazdı bak gördün mü ne olacak şimdi bu gençlerin hali! (A-ha! Hem duyarlı görünüp, içli davranan hem de ikinci bir vecize, dilimin varıp da diyemediği özlü söze daha konu olan insanlarımız...)

Örnekler bi' dünya, her tarafta, sağda ve solda, hatta ben ve de sen, siz, biz onlar!.. (Gönderin gönderin, bildiğiniz ve illa da söylemek istediğiniz örneklerinize e-posta adresime beklerim.Nokta. Nihayet)

Bugün günlerden Cuma (imiş...)

günlerdir konuşup durur iken kendi kendime bu hafta haftasonunun pek yavaş geldiğine dair sersenizlerde bulunmuş idim. meğer bugün günlerden cuma imiş, ben perşembe sanır idim.

Perşembe, Eylül 07, 2006

Ben tek başıma yazar idim.

Ne ederdim de yazar idim bilemiyorum. Ama bu sayfanın günlük tatları taşıyan bir blog sitesi olması dışında bir de ilk elden yazılan karalamaların bulunduğu ve ayrıyetten sadece ve sadece anlatmak istediğim şeylerin bulunmasını arzu ettiğim bir site olmasını arzu ediyorum dersem nasıl bir durum ortaya çıkar hiç bilemiyorum.

Allah okuyanlara sabır versin.

Amin.

(gördüm ki fıstık yeşili pek bir fıstık olmuş)