Perşembe, Kasım 27, 2008

Çerez Kavanozu Hipotezi

Çerez tabağı teoremi üzerine çok düşündük; teoriyi geliştirerek bir adım ileriye götürmek adına mesai harcadık ve yeni varsayımlar ortaya attık:

Bu tabakların içerisinde, hani neyse idare ederiz, olsun olsun bu da yenir elbet şeklindeki fukara avuntularıyla uzanılan beyaz leblebilerin deniz kenarından toplanmış çakıltaşı kıvamında çıkma ihtimali vardır ki; bu ihtimal her çerez tabağında, en az tabağa uzanma ihtimali olan kişi sayısı kadar taş gibi beyaz leblebi bulunur varsayımıyla açıklanmaktadır.

Sorular sorduk:, cevaplarını bulduk:

En az leblebi ve fıstık denen çerezlerin görünümlerinin arasındaki uçurum kadar onları tadan insanlara yaşattıkları zevkler arasında da bir uçurum mevcuttur.

Ve yılmadık, yine sorduk:

Peki buradan yola çıkarak, çerez tabağında aranılan şeyin aslında fıstık olmadığı ve kişinin o anlık ağzındaki tat bozukluğunu düzeltmeye en uygun çerez nevî olduğu sonucuna vara bilir miyiz?

Sonunda karanlığın ortasında parlayan turuncu, sıcak ışığa ölümüne uçan yusufçuklar gibi tünelin sonunda gördüğümüz ışığı hayatın anlamına bir kenarından iliştirdik:

Karşında gördüğün beyaz ışığın tünelin sonundaki ışık olduğunu düşünebilirsin elbette. Ancak unutmamak lazım ki gördüğün parlaklığın tünelin sonundaki ışık olma ihtimali, o tünelden geçen tren seferlerinin sayısıyla ters orantılıdır.

Diyeceğim şu ki; birgün barmenin onüne koyduğu çerez tabağında fıstıktan başka çerez olmayabilir. İşte o vakit, eline aldığın fıstıkların yenebilir olma ihtimali devreye girer ki bu ihtimali hesaplarken fıstıkların senden hoşlanıp hoşlanmadığı düşüncesi ile başbaşa kalabilirsin. İşte bu noktada fıstıkların seni seçtiğini düşünecek kadar içmiş bile olabilirsin.

Hayat, lineer olduğu iddia edilen zamanın çizgisinde kendi halinde ilerken, nereden geldiği meçhul atakların hedefi olduğu açıktır ve bu sebeple uzun süreli sessizliklerin ardından fırtına bulutları altına esir düşmüş denizler kadar dalgalı zamanların gelmesi yüksek ihtimallidir.

Bunu geçtiğimiz asrın pesimist düşünürü Yüzbaşı Murphy daha kısa ve öz açıklamıştır:

"Er ya da geç olası en kötü koşullar zincirlemesi vuku bulacaktır."

Der ki; eser miktarda karışık çerezin birarada bulunduğu dar ağızlı bir kavanozun çalkalanması suretiyle alt-üst edilmesi ihtimali, aynı kavanozda parmakların ulaşabildiği derinlikte bulunan fıstık miktarı ile ters orantılıdır.

Parmakların ulaşabileceği yakınlıktaki fıstık miktarı ne kadar yüksekse hayatının alt üst edilme ihtimali o kadar uzaktır. Kavanozun kapağını kapatmak ise içindeki çerezlerin bayatlamasına sebep olacaktır.

(Beyaz leblebi severlerin sokağın köşesindeki dükkana bakmalarını tavsiye ediyoruz.)

Pazartesi, Kasım 24, 2008

buraya kadar geldik kardeşim güle oynaya, bundan sonrası zaten hava civa

Daha evvel hiç güneşten ısınmış mıcırımtrak çakıltaşlarının üzerinde yalınayak yürümüşlüğün var mıdır? Bu konuda çok büyük tecrübelere sahip olduğumdan sormuyorum elbette. Aklıma geldi, düşünüyorum kendi kendime.

Nereden çıktığını ben de pek bilmiyorum, öyle durup dururken çıktı, sabah kalkıp da aynaya baktığında dün olmayan bir sivilceyi farketmek gibi belki. Yağmurun ince damlalarının, yüzüne yüzüne esen soğuk rüzgarla birleşerek yüzünü gözünü çizdiği alacakaranlık günde, soförün yanındaki koltuğa oturmak suretiyle bindiğin ticari takside belki soförün sigara ikramından, belki de kasetçaların üstünden bir yerden esen o sıcak rüzgardan sebep kendini bir hayli rahatlamış hissedip de konuşmaya, bir çözüm bulmaktan çok sırtındaki yükünü azaltma niyetiyle anlatmaya başlamak gibi bir durum gibi sanki.

Ne idi? Hah! Evet, daha evvel hiç güneşten ısınmış mıcırımtrak çakıltaşlarının üzerinde yalınayak yürümüşlüğün var mıdır diye sormuştum. Taşların beyaz yahut griye çalan mavi olmasının bir önemi yok.

Hani böyle rahat rahat yürümeye başladığını hissettiğinde içlerinden pek de haşarı olanlarından biri ayağına batıverir bir anda. Ani ve hızlı bir iç çekiş ardından çok fazla umursamamaya çalışarak diğer adımını atmaya devam edersin, buraya kadar geldik kardeşim güle oynaya, bundan sonrası zaten hava civadır belki de, hani şu çakılları ısıtan güneşin altında kaynamaya yüz tutmuş akılda.

Diğer ayağını uzatıp da yere bastığın anda bir diğer muzır taş yine ayağına batar, üstelik tam ortayerine, hani hassas olan yere işte...

Artık adımlarını daha bir korkak atmaya başlamışsındır. Güneşin zihni iyiden iyiye pişirip doğru düşünmesini engellemesinden midir, yoksa kendini bilmez bir diğer mıcırın daha ayak tabanlarından birinde kendine yer edinmeye çalışmasından mı korkarsın bilinmese de artık adımlarını daha bir korkak atmaya başlamışsındır ve şu bir gerçektir ki artık adımların eskisi kadar sert ve sağlam basamıyordur yere.

Ve yol boyunca her iki adımda bir, mıcırlar ayağına batmaya devam edecektir...