Çarşamba, Kasım 21, 2007

Bugün günlerden salı, renklerden kahverengi

hava soğuk ve soğuk olduğu kadar da yağmak ve yağmamak arasında gidip gelen bir kararsızlık içerisinde. üstelik bir hayli de karanlık. bu yüzdendir ki sabahın körü itibariyle geç kalarak uyandığım anlardan bu ana kadar içimde hep bugünün salı olduğu ile alakalı kahverengi düşler dolanıyor gözlerim önünde. ara ara tırsmıyorum dersem fena halde yalan olur.

enteresan anlar yaşıyorum yine. anım ardından gelen bir diğer an ile farklı olabilmek adına türlü hokkabazlıklar sergiliyormuş gibi geliyor kimi zaman. süre kısıtlaması bulunan spor müsabakalarında son dakikada elde edilen skor avantajının insana vermiş olduğu haz büyüktür. son anda başarabilmiş olmak her nedense başarısızlıktan ziyade büyük bir başarıymış gibi reklam edilir çevreye. bir de izleyen ve dahil olan insanlara vermiş olduğu hazlar yanında kimilerinde bir takım farklı psikolojik etkileri bulunuyor sanırım bu son dakika gollerinin. ve hatta bulunmalı. zira, geçtiğimiz günler içerisinde bir gün son dakika ve hatta son saniye golü ile beraberliği kurtarabilmiş olmam ve ardından yaşanan birkaç mevzunun zihnim içerisinde yarattığı karmaşanın açıklaması normal yollardan yapılabilecek gibi durmuyor.

dünkü akşamın bir vakti, kafamın farklı paralellerdeki zamanlardan bir diğerine oturması ile birlikte gösterime girdiği günlerden beridir merak ettiğim bir filmin dvdsini dvd oynatıcısının öne doğru usul usul süzülürmüşçesine uzanan dvd gözüne koydum ve izledim. aslında evde tek başıma film izleme seansları düzenlemeyecek kadar gıcık ve bir o kadar da huysuz biriyimdir ama diyorum ya kafam zamanın farklı bir paraleldeki izdüşümleriyle zevkle ilgilenmekteydi o sıra. orijinal adı startdust olan bu film cıvıl cıvıl renkli görüntüleriyle fragmanından etkilemeyi başarmıştı ve film bittiğinde iyi ki de başarmış diye düşündüğümü farkettim.

kimin en son ne zaman büyüklerinden birinden masal dinlediğini elbette bilemiyorum ancak ben dinlemeyeli bir hayli uzun olmuştu. bir kahraman velet, bir güzel hatun, iyi kalpli ortayaşlı bir adam, kötü cadılar, büyüler, büyülü mekanlar, atlar, tek boynuzlar... ama dikkat edin derim. belli yaşın altındaki kişiler (halk arasında çocuk da denir) insanların kafalarının büyüyle yok edilmesine, cadılar tarafından deşilip kalbinin çıkarılmasına, köpekler tarafından parçalanmasına falan farklı psikolojik tepkiler verip kendini pokemon sanarak damdan atlamak gibi yanlışlar içerisine düşebilirler. neyseki sonunda son zamanlarda gördüğüm en güzel mutlu sonlardan biri ile son buluyor, çocuk kral, güzel hatun kraliçe oluyor da tatlı tatlı bağlanıp gidiyor mevzu.

bu yazının en başına dikkat, spoiler içerir! şeklinde bir uyarı ibaresi koysam filmi izlemeyenler için gayet iyi olurmuş sanırım.

ve şu anda öyle şeyler geliyor ki içimden...

işte görüldüğü üzere başladık yine soğuk ve rüzgarlı sahnesine ağır kadife perdelerini açan birgünde daha buhran tayfunlarını dinlemeye...

dev dalgalarla boğuşan sörfçü edasıyla nasıl ve nereden geldiği meşru rüzgarların etkisiyle büyüdükçe büyüyen buhran dalgalarının altına giremedim hiç. hep uçurumda olduğunu uçurumun ortasında farkeden çizgi film kahramanları kadar şaşırdım yüzüme çarpan dalgaların tuzları genzimi yakar iken.

susmayıp konuşmam gerektiği anlar bu anlar gibi gelse de yine de içimden delerek gelen susma güdüsünün uyandırdığı sinir uçlarımın uzuvlarım üzerinde gerçekleştirmiş olduğu baskıya boyun eğerek susmayı tercih ediyorum.

midemde büyük bir heyecan dalgasının sebep olduğu ateş ile yürümeye gayret ettikçe meydana gelen ağrıları dinliyorum. gözlerim kapalı ve hiç bir ilerleme kaydetmeden yürüyorum. adımlarım kısa ve kesin.

eğer bu bir savaş ise; belki de kazandığım yeni bir zaferi karşı tarafa hediye ediyorum suskunluğumu koruyarak. bazen galibiyet için mağlubiyeti kabul etmek gerekir dürtüsünden hareketle, ""her önüme gelen mağlubiyeti kabul ediyorum. önüme birgün bir galibiyet çıkabilsin, en azından ufak da olsa bir şansım olsun diye.

ve şu anda öyle şeyler geliyor ki içimden...

her biri durmadan basıp gidiyorlar bir şekilde. bilmiyorum gitmek zorundadırlar belki de. hiç tanımadığım zamanlardan birinde biri bana şems demişti. aynı onda olduğu gibi geçip gidiyor herşey bir bir.

eskiden biri duracak mı diye bakar durur idim. artık onu bile yapmaya erinir oldum. durur mu? sanmıyorum. bakmıyorum ve beklemiyorum. biliyorum ki o bile geçecek hayatımdan, öyle yahut böyle...

aymış sabahlarda kaybettiklerimi
sarhoşluklarımda yakalıyorum
yakıyorum tüm sıkıntılarımı
dumanıyla kendimi zehirliyorum.

mutlu olmayı başaramamak mıdır acaba sorun? yoksa mutlu olmayı hakedip etmemek midir? bilemiyorum.

ve hala daha bazen aynada ağlarken buluyorum gözlerimi.

sustum.
gidiyorum.

0 Eleştiri: